ben hiç kimseyi seni sevmediğim kadar çok sevdim

gitmek

    hayatım boyunca hep gitmeme rağmen beni en çok korkutan kelimeydi, gitmek. cesaret gerektiren bir eylemdi, belki de. gidenleri suçlayıp kalanların destekçisi olurdum, ben. gitmeye cesaret edemem sanır, hep yol alırdım. bir şeyleri ardımda bırakır, yaşlanırdım; ama bunu bilerek yapmazdım sanırım. biri "hadi kalk gidiyoruz" derdi, ben de kalkıp onunla giderdim. annemin ve babamın sözünü dinlerdim. bazen ablamın elinden tutar ve öyle giderdim; ama giderdim işte! halbuki benim elimde olsa hiç gitmezdim.* hep kalırdım. birileri gitse de ben geride kalırdım. ne sahildeki kovalarımı, küreklerimi bırakırdım ne çocukluk arkadaşlarımı ne de üzerini çizdiğim sıraları, lise yıllarımı. her neyse... giden bendim.

    bu dünyada şurdan şuraya gidenlere ihanet edenler, terk edenler gözüyle bakardım; ama kendim hep uzun yolculukların düşünü kurardım. mesela intihar etmek hiç zor gelmezdi bana, yanlış bir şey de bulmazdım onda. o yüzden yavuz çetin'i, kurt cobain'i, adolf hitler'i, erken gidenleri ve daha nicelerini aklıma kazımıştım. pekala ölebilirdim, kolayca. ölmek; tamamen gitmekti aslında. gitmek ne kadar cesurcaysa tamamen gitmek de o kadar korkakçaydı, diğer insanlara göre.
    ben tamamen gitmeyi, korkakça değil de, daha erdemli ve kolay buldum. en azından geride bıraktıkların senin onlardan gitmediğini bilecekti, sen sadece ondan gitmeyi istememiştin yani, herkesten gitmek istemiş ve gitmiştin. hem böylece pişman olma, pişman olup da geri dönme, geri dönüp de reddedilme ihtimali da olmayacaktı. her şey son bulacaktı.

    bazen birine kızar; çekip gidersin. bazen çok istediğin bir şeye koşa koşa gidersin. bazen, giderken ardında kalanları ürkütmemek ya da uyandırmamak için parmaklarının ucunda gidersin. gitmek istersen bir şekilde gidersin. bir kere yerleşti mi içine gitmek duygusu, bir gittin mi, bir kere tadı çalındı mı ağzına hep gidersin. bazen temelli gidersin, bazen "bir gün döneceğim" umuduyla gidersin, bazen bir insanın hayatından, kalbinden gidersin, bazen bazen işte...

    ben bu ay çok yol gittim, yine annem ve babam yanıma gelip "hadi kalk, gidiyoruz" dedi. her zamanki gibi ısrar etmedim; ama hazırlıksız yakalanmıştım. önceden hep gideceğimi bilir, valizimi dolabın yanına koyardım. şimdiyse valizimi, dolabımın çok yukarılarına kaldırmıştım. neden gidiyorduk? babam dolaptan valizimi indirdi, annem eşyalarımı hazırlamaya başladı. anlaşılan acele gitmemiz lazımdı; ama neden? neden gidiyorduk? hem babam evde olmamalıydı hem ben okula gidip kaydımı yaptırmalıydım hem de annem durup dururken bu kadar ağlamazdı.
    küçükken çok hayal kuran ve ally mcbeal seyrederek büyüyen bir kız olarak halüsinasyon görmek isterdim, hep ya da bir düşümün gerçek olmasını diyelim. şimdi bir sahil kenarında oturuyordum, rüzgar esiyor ve ben çok üşüyordum. anneme seslenip bana kokusunun sindiği yumuşacık sabahlığını getirmesini istiyordum. annem gitmişti! gözlerim kararıyordu, dalgalar büyüyüp beni içine çekiyordu. ben küçülüyordum. uyuyakalmışım.
    gözlerimi açtığımda herkes başucumdaydı. filmlerdeki, cenaze sahneleri gibi... "heyy, ben bir yere gitmiyorum" demek istiyordum, sesim çıkmıyordu. her şey bir oyun gibiydi, herkes bu oyunun bir parçası. bir tek benim haberim yoktu; ama oyun benim hayatım üzerine kurulmuştu.

    gitmek vaktiydi, şimdi. benden habersiz çekilen sahneleri anlattı, annem. her şeyi bilmem, öğrenmem gerekiyordu ki oyunu kuralına göre oynayabileyim. neden gidiyorum peki, dedim. neden?
    önce beni çok sevdiklerinden, her şeyi benim iyiliğim için yaptıklarından bahsettiler. ne kadar güçlü bir kız olduğumu söylediler. işkillenmiştim. işkillenmiştim; ama bir şey diyemiyordum. kötü bir şeyler duymaktan korkuyordum. ben susarsam onlar anlatmaktan vazgeçecek sanıyordum. gitmeme de gerek kalmayacaktı. sonra her şeyi düşündüklerini söylediler, bir- iki haftalığına gidip gelecektik. moralimi bozmamalıydım. tatile gitmiyorduk ya? zaten annem fotoğraf makinesini valize koymamıştı; gene işkillenmiştim; ama susarsam, susarsam...
    son zamanlardaki halsizliğimden bahsettiler bana, ben fark etmediklerini sanıyordum halbuki. sonra aralık ayında hastaneye gidişimin nedenini, annemin diş teli taktırmam içinki ısrarını. dank, dank, dank!!! başıma ve göğsüme art arda darbeler iniyordu. "gidiyoruz" dediklerinde, hiçbir şey demeden, itiraz etmeden elini tutup yürüdüğüm insanlara güvenimi kaybettim. onlarla bir yere gidemezdim artık ben. gitmek için güven gerekiyordu demek ki. ya kendine güvenmeliydi insan ya da gideceği yerde kendisini bekleyene. bir şekilde güvenmeliydi işte! ben güvenimi kaybetmiştim ve onlarla hiçbir yere gidemezdim. böyle dedim; ama dinletemedim.
    normalde elimden düşürmediğim not defterimi açmadan gitmem gereken yere gittim. içimde "tamamen gitmek" korkusu peyda oldu, ilk defa. ben değil miydim hep tamamen gitmekten bahseden? korkuyordum şimdi.
    korkunca bir oyun buldum kendime. hem korkumu bastırmak hem acılarımı unutmak için şarkı mırıldanmaya başladım. hiç fark etmiyordu hangi şarkıyı mırıldandığım, aklıma ilk geleni söylüyordum. muazzez ersoy'dan tutun da pink' in şarkılarına kadar. sonra nefessiz kalıyordum.
    aslında tamemen gitmek korkutmuyordu beni. annem, babam ve ablamların benden daha çok korkup üzüldüğüne bile bahse girerim. ben sadece tamemen gitmeyi böyle hayal etmemiş, böyle düşünmemiştim. tamemen gitmek istenirse gidilirdi. bu kadar acı çekilmezdi. hatta çekilen acılara son verilmek için gidilirdi diye bilirdim. gidilirken hiç acı çekilir miydi?
    ben çok acı çektim.
    son iki haftada dere, tepe düz gittim. tamamen gitmemek, çok uzaklaşmamak için direndim. insanın burada daha işi bitmemişken burayı bırakıp oraya gitmesi çok zor. burada işlerim bitmemişti. mesela diş doktorumu arayıp "şerefsiz herif!" diye haykırasım vardı. sonra içimde kalanlar da vardı; beni yanlış anlayanlar, doya doya sarılamadıklarım, sevdiğimi söyleyemediklerim, yeğenlerim. daha yapacağım çok şey vardı, burada. yani orada.
    midem yanıyor, kollarım ve sırtım ağrıyor. yüzüm ağırlaşıyor. ablam "şaftın kaymış" diye alay ediyor. hemen şarkı mırıldanıyorum. "kırıklarını aldırdım kalbimin, zırhımı çıkarttım astım portmantoya..." o zaman da nefessiz kalıyorum.

    güzel bir uykuya dalmak gibi, kısa süreliğine gitmek; ama gitmenin de hakkını verememiş oluyorsun, o zaman. olsun! hiç uyumadığım kadar güzel ve uzun uyudum. boğazımda acı, sert, soğuk demirden bir yumruk vardı; ama ben yine de uyudum. uyanamamaktan korkarak uyudum. uyanamayıp dişçiye "şerefsiz herif" diyemeyecek olmaktan korktum. yeğenimin nisandaki doğumgününü göremeyecek olmaktan, ablamla buz pateni kayamadan, ona at binmeyi öğretemeden ve ondan öğreneceklerimi öğrenemeden gitmekten korktum. altını çizeceğim çok satır vardı, daha.
    gitmek vaktini ben seçmediysem gitmekten ne anlardım ki? oh, iyi ki şarkılar vardı. annem de arada sırada bana ninniler söylüyordu. kollarım acıyor, sırtım ağrıyor, midem yanıyordu.
    gitmek... affetmek gibiydi! nasıl işine gelirse öyle yorumlardın. kimi zaman büyüklük, kimi zaman acizlik. hani o çok sevilen filmin bir sahnesinde iki eski sevgili arasında şöyle bir konuşma geçiyordu ya*;
    - affettin mi beni?
    + affetmez mi hiç insan?

    işte bu da öyle bir şeydi.
    onları affettim, yine tuttum ellerinden ve olmam gereken yere doğru yürüdüm. gittim; ama dönecektim. burada işlerim bitmemişti. okula gidip kaydımı onaylatmalıydım! kuzomla maç yapacaktık, arkadaşımda kalacaktım, annemle alışverişe çıkacaktık. masamın üzerinde bitmemiş bir şekilde kitabım duruyordu. seyredilecek filmler, gidilecek ülkeler, dost olunacak insanlar vardı daha...

    gittim. gittiğim yeri sevmedim. oradan gitmek istediğimi söyledim, "nereye gidersem gideyim" dedim, "ama burada kalamam." sonra da gittim.

    --- alıntı ---
    alice : buradan gitmek için bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misin?
    cheshire kedisi : nereye gitmek istiyorsun?
    alice : neresi olduğunun önemi yok...
    cheshire kedisi : o zaman hangi yol olduğunun da bir önemi yok!
    --- alıntı --- *

    sonra döndüm. eve gittim. bazen gitmek; varmak anlamını taşıyor; ama hep değil bazen. çünkü bazen gidiyor, gidiyor; bir türlü varamıyorsun. bazense bir kere gidiyor; ama varıyorsun. işte eve gittim. vardım yani. yemeklerden bahsedilince bile midem bulanıyor ama yalnız kalmamak için mutfağın oraya gittim. buzdolabını açtım. öylesine... benim için rendelenmiş çilekler çürümüştü. ağlamaya başladım. demek ben gitsem ve dönmesem; bu çilekler ya dolapta unutulacak ya da ,kimse beni hatırlamadan, çöp kutusuna atılacaktı. benim için yapıldığı akla bile gelmeyecekti. hemen panikledi, bizimkiler. "canın çilek mi çekti? hemen alalım." dediler, "yok" dedim. şarkı mırıldandım. odama geçip uyudum.
    sonra diyara bir göz atayım dedim, ben yokken neler olmuş bir bakayım; ama diyar da yoktu. demek ki hasretime dayanamamış, o da gitmişti.*
    bazı gitmeler de zorunluluktan oluyor. gitmek zorunda oluyorsun bazen. evlendiğinde başka bir eve gitmek, askere gitmek, üniversite için başka bir şehre gitmek gibi. bazen gitmek zorunluluktan ibaret oluyor. kayıt için okula gittim ben de. zorunluluk değildi, aslında. biraz hava değişikliği olsun diyeydi.
    "oo, teşrif edebildiniz sonunda" dedi, çok sevgili bir hocam. cevap vermedim. sonra anneme anlattım. "neden cevap vermedin? susunca verecek bir cevabının olmadığını sanmıştır." dedi. ben annemi çok seviyordum, bunu daha önce pek söylememiştim. canım anneme sarıldım, benim iyiliğim için benim gerçeğimi benden saklayan benim canım anneme...

    gitmek; yanında güvendiğin insanlar varsa göz kırpmadan kabul ettiğin...
    gitmek; burada yapılacak bir şey kalmamışsa bir an bile düşünmeden uyguladığın...
    gitmek; kimi zaman kaçış, kimi zaman bir varış... kimi zaman çok zor, kimi zaman çok kolay.
    kimi zaman cesurca ya da kimi zaman korkakça.
    bazen bitmek, bazen başlamak, yeniden başlamak,
    bazen de kaldığın yerden devam etmek...

    çekip gitmek, ardına bakmadan gitmek, kapıyı çarpıp gitmek, usulca gitmek, parmak uçlarına basa basa gitmek... hep gitmek duygusu var insanın içinde. olmalı da! hep bir gün sevdiğimiz biri gidecek duygusuyla yaşamalıyız. hem varlığında hata yapmamaya çalışır, kıymetini biliriz hem de yokluğuna alışmak daha kolay olur sanki. yok, yok olmaz! neyse.
    yitip gitmek, ölmek olsa gerek. kıymetinin bilinmemesi, fark edilmemek... yeni aldığınız o pespembe şalı, balkondaki sandelyede unutmanız, renginin solması ve çöpü boylaması gibi!

    madem gidecektim, ben istediğimde gitmeliydim. fiyakalı bir şekilde gitmeliydim. korkudan şarkı mırıldanarak değil de başım dik, ellerim cebimde ıslık çalarak gitmeliydim. o halde bir an önce,ablamın bana ıslık çalmayı öğretmesini istemeliydim.
    ablam. hani başta dedim ya ben kendimi hep kalan biri olarak gördüm diye. ben ne kadar kalan biriysem; o, o kadar giden biriydi. hep giderdi. beni de elimden tutar öyle giderdi. farklı yollardan yanyana yürüyerek geçip giderdik. kimi zaman da aynı yollardan farklı zamanlarda geçerdik; ama hep beraberdik.
    gitmek; bir daha bulunduğun yerde olmamak, yaşamamak gibi.

    bu zaman zarfında ne kadar gittim, nereye gittim, varış noktasına ne kadar yaklaştım bilmiyorum. bilmek de istemiyorum aslında. korktuğumdan değil, her şeyin bir varış noktası ve sonu olduğunu biliyorum; ama benim dışımda planlanan acı ve hastalıklı bir son olsun istemiyorum.
    azıcık büyüyecek, sevdiklerimi affedecek, sevmediklerimi fark edecek kadar gittim sanırım. geri dönebilecek kadar gittim. bu kadarı kafiydi, benim için. annem ve babam "hadi, dönüyoruz" demeliydi. demediler.
    hakan bana daha önce hiç duymadığım ve bir türlü anlamadığım fıkralar anlatıyordu. ayıp olmasın diye gülmek istedim; ama ağzım yoktu. dünyanın şekli kaymıştı, herkes bir tuhaftı. kollarım çok ağırdı. gülemedim. gülemeyince öldüm sandım. "tamamen gittim, herhalde. her şey bitti." dedim. "merhaba sonsuzluk. ben küçük bir kız çocuğuyum" diye kendimi tanıtmak için aklımdan cümleler geçirdim. sonsuzluk beni sevsin, artık kimse incitemesin istedim.
    giderken yanıma boyama kitaplarımı ve kalemlerimi almamıştım. fotoğraf makinemi de annem koymamıştı, valizime. allahtan seyir defterim valizimin iç cebindeydi. her şeyi ona yazacaktım. gittiğimi sandığımı anlatacaktım. ben gitmemiştim, ağzım gitmişti o an için sadece."merhaba sonsuzluk"la başlayan cümlelere gerek yoktu. şimdilik.

    gitmek; istemektir bazen. olduğun yerde bunalmak, acı çekmek, dayanamamak... "yeter, dayanamıyorum" dedim, "gidelim, boşverin" dinletemedim. burada olmayı hiç istemiyor, ilk fırsatta gitmeyi düşlüyordum. sonra hayallere düşüyordum. bazen çok renkli, bazen kapkaranlık... ama hep yorucuydu bu hayaller!
    gitmemeli insan, yükü hafif olmadan yola koyulmamalı. vicdan azabıyla, yaşanmamışlıkla, içinde kalmışlıklarla, keşkelerle, acabalarla, kendine bile itiraf edemedikleriyle, affetmedikleriyle, sevmedikleriyle yola koyulmamalı. önce yükünü boşaltmalı sonra yol olmalı. insan vicdanı rahatken yola çıkmalı. vicdanı rahat olmadan yapmamalı. belki de gitmek bunun için cesurdur, vicdanının sesini bastırmayı göze alacak, o yükü taşıyacak kadar. ya da yükünü boşaltmayı gerektirdiği için.
    gitmek; vazgeçmek, vazgeçmemek, pes etmek, çok istemek, ısrar etmek, gülmek, eğlenmek, acı çekmek, affetmek, güvenmek, üzülmek...
    son bir ayda her şey oldu, benim için.*
    gitmek... yükünü boşaltmadan olmamalı asla. içi rahat, gözleri kara olmalı giden insanın. omuzları düşük olmamalı. başı dik, alnı açık olmalı. böyle olmayacaksa kalmalı!
    ben gidersem alnım açık olurdu da yüküm fazlaydı. yaşanmamışlıkların yükü omzumdaydı. daha tutulacak sözlerim vardı. gidemezdim. gitmedim. döndüm. ya da gittim, büyüdüm, gitmeye de devam edeceğim; ama en başta da dediğim gibi, bu dünyada burdan şuraya gideceğim. daha tamamen gitmeyeceğim.
    nisan'da son bir kez daha oraya gidip biraz daha büyüyeceğim.
    ondan sonra ablamın ya da anne- babamın elini tutmadan da yürüyebileceğim.
    kendi başıma, kendi istediğim yere gideceğim.
    pazartesi üniversiteye gideceğim mesela, sırtımı yaslayıp dinleneceğim. dersi dinleyeceğim.
    ben iyiyim ve gitmek istediğimde gideceğim.

    "merhaba hayat. ben küçük bir kızım. gelip geçeceğim, bir gün gideceğim; ama şimdilik seninleyim."

    nereye olduğunu biliyorsan; gitmek, büyümektir belki de. bilmesen de büyümektir. ardında, ne olursa olsun, bir şeyler bırakmak acıdır. acı da insanı büyütür. işte o yüzden gitmek, büyümek demektir.

    "when?" diyen hakan'a da dediğim gibi; bir gün gideceğim; ama şimdi değil. "i don't know when..."

    ek: tanımımı okuduktan sonra benimle bu güzelim şiirini paylaşan sebepsiz yalnızlıklar'a teşekkür ediyor ve yarım kalan tanımımı şimdi tamamlıyorum.

    --- alıntı ---
    gitmeyecektim aslında gider gibi yapmıştım
    hayat elimden tutacak kal diyecek sanmıştım

    kal diyecek son yaprakta savrulanana kadar
    kal diyecek can kafesin parçalanana kadar

    meğer bir yanılgıymış hiç bitmeyecek sanmak
    hergün yeniden güneşin doğacağına inanmak

    gidiyorum buralardan içim bin kere kalsa da
    gidiyorum tozlu yollar ayağıma dolansa da
    --- alıntı ---
    (09.03.2007 16:25)

sayfa: 1-2-3-4

Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.